Yaşam

Bir İsyan Hikayesi: Pembe Feminizm

Erkek egemen iş hayatında ciddiye alınmak adına bir örnek lacivert etek pantolon takım giymeye mecbur muyuz? Toplumun kadına uygun gördüğü roller neden dış görüntü üzerinden belirleniyor? Dahası, pembe renk, sarı uzun saç ve aptallık arasındaki o kanıtlanamayan ama kafadan var kabul edilen bağlantının mantığını çözen var mı?

Yo, bu yeni bir Barbie yazısı değil. İşin aslı bu bir Elle Woods yazısı. Kim mi? Hatırlayalım. Türkçeye “Bu Nasıl Sarışın” adıyla çevrilen 2001 tarihli ikonik romcom “Legally Blonde”, aynı adlı kitabın yazarı Amanda Brown’ın moda ve makyaj tutkunu bir genç kız olarak Stanford Üniversitesi Hukuk bölümünde okurken yaşadıklarına odaklanıyor. Brown, üniversite hayatı boyunca elinden düşürmediği ve neredeyse kendisiyle özdeşleşen ELLE dergisini, kitabının ana karakterine bu ismi vererek selamlamış. Yazar, 2003 yılında San Francisco merkezli haber sitesi SF Gate’e verdiği demeçte şunları söylemiş: “Tüm hikayeyi pembe kağıtlara, pembe tüylü kalemimle yazdım.” Film, ayrıcalıklı bir ailede büyümüş, hayatı giyim kuşam, alışveriş ve tasasızlık üzerine kurulu genç bir kız olan Elle’in erkek arkadaşı tarafından zeki, hedefleri olan başka bir kadın için terk edilmesiyle başlıyor. Onu geri kazanmak için Stanford Hukuk bölümüne giren kahramanımız, perma bakımı bilgisi sayesinde bir cinayet vakasını çözüp bu alanda ne kadar yetenekli olduğunu keşfediyor. Aktris Reese Witherspoon tarafından ölümsüzleştirilen Elle Woods’un kostümleri, saç stili ve aksesuarları; tüm dünyada lise ve üniversite çağındaki gençlerin hayatına sızdığı 2001 yılında, artık “Y2K” olarak adlandırılan stilin de öncülerinden biri olmuştu. 2003 yılında çıkan devam filmi ilki kadar ilgi görmese de ana karakter hafızalarda hep canlı kaldı. Tabii Elle karakterini bu kadar parlatanın 90’larda dünyayı saran minimalizm akımının artık doygunluğuna erişmesi olduğunu görmek önemli.


Feminizmin tek tip ya da renkte olmadığını, herkesin göründüğünden fazlası olduğunu hafif bir dille anlatan ‘Legally Blonde’, ismini ELLE dergisinden alan Elle Woods karakterinin hikayesiyle kadınların birlikteyken daha güçlü olduğunu da vurguluyor.

Bu dönem, Amerikan politikasında esneklik ve sadelik yanlısı Bill Clinton dönemini işaret ediyor. Moda analizi yaparken dünyayı yöneten güçlerin politik ve sosyolojik gelişmelerinden bağımsız kalınamayacağını bu sayfalarda hep tekrar ediyoruz. Aynı şekilde 2009’da başlayan (bir başka Demokrat) Obama dönemiyle bu sefer gerçek hayattan bir hukukçu, Michelle Obama’nın gösterişten uzak, sade stili dünya modasında etkin oldu. Zaman hızla akarken sosyal medya ortaya çıktı, Elle Woods kızları anne oldu, Covid-19 pandemisine gelindiğinde onların çocukları olan Z kuşağı, artık annelerinin sandıklarını karıştırıp buldukları “antika” kıyafetlerle TikTok yayınları yapacak kadar büyümüştü. Sonuç olarak 2023 yazında ister Barbie’ye, ister Elle Woods’a atfedin, pembe, bir kez daha mevcut tüm eğilimleri ezip geçerek, “Güç bende artık” dedi.


Dünyanın en etkili kadınlarından Michelle Obama, ‘Becoming’ isimli kitabıyla tüm dünyadaki kadınlar için bir ilham kaynağı olmayı başardı. Yeryüzünün kadınlar ve kız çocukları için hâlâ tehlikeli bir yer olduğunun ve cinsiyet eşitliği için mücadelenin önemini sık sık dile getiriyor.

CİNSİYET ÜZERİNDEN GÜÇ TANIMI

Yükselen pembe rüzgarının etkisiyle Legally Blonde 3 çekildi çekilecek derken Barbara Millicent Roberts adlı hep 19 yaşında kalan pembe aşığı başka bir genç kadın, yani dünyanın en ünlü bebeği Barbie, milenyum başında mükemmel ölçülere sahip vücudu, dolgun saçları ve bebeksi yüzüyle ulaşılmaz bir güzellik anlayışını temsil ettiği gerekçesiyle tıkıldığı kutusundan çıkıp dünyaya bir kez daha göz kırptı, 1959’da ilk ortaya çıkışındaki feminist anlayışı dünyaya hatırlattı.

Film, gişe rekorları kırdı, kostümleri ve bebeğin sunuluş şekli 2001 Elle Woods tartışmasını yeniden başlattı: Ultra feminen olarak görülen unsurlar; pembe, sarı, janjanlı renkler, bele oturan uçuşan etekler, puantiye ve fırfırlar, ince topuklu ayakkabılar iş hayatında başarının önünde bir engel mi? Bu detaylar, kadın olduğumuz, dolayısıyla zayıf olduğumuz ve erkek egemen dünyada onlarla baş edemeyeceğimiz izlenimini mi uyandırıyor? Yani bu görüntü feminizmin düşmanı mı?


1960’larda kadınların gardırobunda bir devrim yaşandı; modacı Mary Quant, mini eteği bir ‘isyan etme’ biçimi olarak modaya dahil etti. Mini eteğin yaygınlaşması ikinci dalga feminizm hareketi ile eşzamanlı yaşanırken, kadınlar cinsellikte özgürleşme dönemine giriyor ve mini etek bunun sembollerinden biri oluyordu.

Nevada State Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü Gwen Sharp, doktora yaptığı 2010 yılında Batı toplumlarında “zayıflık” ifadesinin neye eşdeğer görüldüğünü araştırmış ve İngilizce konuşan kişilerin dil bilgisi alanında çok güvendiği online sözlük thesaurus.com’da bu kelimeyi aratmış. Eş anlamlı kelime sonuçları arasında, efemine, feminen ve kadın sı sıfatlarının bulunması, 21. yüzyılı tecrübe etmekte olan bir toplumun nahoş durumunu tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Tersi ise “güç” kelimesi için geçerli. Eş anlamlı kelimeler arasında eril, geniş omuzlu, erkeksi, maskülen, viril yer alıyor. Gwen Sharp, “zayıflık” aramasında karşısına çıkan effete kelimesi üzerinde özellikle duruyor. Bu kelime günümüzde Türkçeye yorgun, bitkin gibi çevrilse de aslında ex-fetus’tan türemiş, yani düşük yapmış ya da kısır kadın, cinsel açıdan isteksiz anlamlarına geliyor. Sharp, “Gücün erkeksi olmakla, zayıflığın ise şehvetsizlikle ilişkilendirilmesine dikkat edin” diyor ve ekliyor: “Tabii ki, erkekleri ve erkekliği aktif seks arayışıyla da ilişkilendiriyoruz, oysa kadınların aktif olarak cinsel değil, takip edilen olması bekleniyor. Bu, dilin erkekliği ve erkekleri kadınlık ve kadınlara göre nasıl ayrıcalıklı kıldığının harika bir örneği.” 2024 itibarıyla sitenin hafızasından bu tanımlar silinmiş. Ancak bu, ne yazık ki, toplumsal hafıza için geçerli değil.


Kendi gücünü kadın haklarını desteklemek ve cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak için kullanan moda tasarımcılarından biri de Diane von Furstenberg. 2019 yılında 8 Mart Kadınlar Günü için ressam Ashley Longshore ile işbirliği yaparak bir sanat koleksiyonu çıkarmıştı. Koleksiyonun odağında, enerjileri ve başarılarıyla kendisine ilham veren kadınların portre çizimleri vardı.

FEMİNİZM NE DİYOR?

Günümüzde feminizm dendiğinde herkesin aklına farklı tanımların gelmesi tesadüfî değil. 19. yüzyılda başlayan ilk dalgadan sonra toplumsal değişimlerin etkisiyle feminizm de kendi içinde farklı segmentlere ayrıldı. Örneğin liberal feminizm, kadınların toplumsal, siyasi ve ekonomik eşitliği için yasal reformları ve fırsat eşitliğini savunurken; radikal feminizm, cinsiyet rollerini ve erkek egemen yapıları kökten değiştirme amacını güdüyor. Sosyalist feminizm, kapitalist sistemdeki sınıf ve cinsiyet ayrımcılığı üzerine yoğunlaşırken, postmodern yani güncel feminizm, evrensel kadın kavramının tek bir tanımının olamayacağını savunuyor. Postmodern feminizm, tek bir doğrunun olmadığını, farklı kadın deneyimlerine ve seslerine yer verilmesi gerektiğini vurguluyor. Peki yukarıdaki soruya dönelim; bu tanımlara bakıldığında ultra feminen moda, feminizme karşıt bir duruş mudur? Cevap net, hayır. Çünkü feminizm, öncelikle kadınların kendi bedenleri ve giyim tarzları üzerinde tam hak sahibi olmalarını savunuyor. Bu nedenle, bir kadının ultra feminen bir giyim tarzı tercih etmesi, feminizmin temel ilkeleriyle çelişmez, tersine bir kadın herhangi bir moda tarzını tercih ettiğinde, bu onun kişisel tercihi ve ifadesidir.

Bu ifade feminizm tarafından desteklenir. Kadınlara yüklenen kalıp yargıların, dolayısıyla kadınsı görünüşün cinsiyet rollerini güçlendirdiğini ve önünde sonunda kadınları baskı altına aldığını düşünen feministlerin olduğu bir gerçek. Ancak feminizmin temelde özgürlükçü bir yaklaşım olduğunu ve kadınların kendi seçimlerini özgürce yapmalarını, kişisel ifadelerini desteklediğini unutmamak gerekiyor. Bu açıdan kendi istediği şekilde giyinen her kadın, ister pembe, ister siyah, feminizme hizmet eder. Yazıyı bir Elle Woods repliği ile bitirelim.

Elle: “Buyrun, özgeçmişim…”
Profesör Callahan: “Ama bu pembe?!?”
Elle: “Ah, evet, hem de kokulu. Ve bence bunlar ekstra değer katıyor. Sizce de öyle değil mi?”

DIOR’un Feminen Feminizm Vurgusu

Kadınsı hatların, ultra feminen görünümün klasikleşmiş markası dıor, modanın gücünü tarihte ilk kez toplumsal yarar ile gerçek anlamda birleştirmeyi başaran marıa grazıa chıurı’nin eliyle “feminen feminizm” kavramının yaratıcısı olarak şimdiden 21. Yüzyılın ilk yarısına damgasını vurdu.

“Sanatta yenilik ancak devrimle mümkün olur. Sanatın gerçeklikle yüzleşmesi, insanın yer çekimini ancak başının üstündeki tavan çöküverdiğinde fark etmesi gibidir” diyor 20. yüzyılın en etkin kültür teorisyenlerinden biri kabul edilen Rus yazar ve eleştirmen Viktor Shklovsky. Ortaya çıktığı dönem için şaşırtıcı, yeni ve ilham verici olan her akım, toplumlar tarafından kabul görüp birer norm haline geldiği anda pırıltısını yitirip mekanikleşir. Özellikle söz konusu estetik normlar olduğunda kabul görmüş formüllerin sorgusuz sualsiz tekrar tekrar uygulanması bir süre sonra yaratıcılıktan uzaklaşmak ve kendini tekrarla yüzleşmeye mahkum. Belirli bir estetik anlayışının öncüsü olmuş ve artık klasikleşmiş moda markalarının onlara başarı getiren formülle oynaması ise son derece tehlikeli ve cesaret gerektiren bir durum.

1946’da kurulan ve 1947’de ultra feminen New Look’u tanıtan ve modada zarif kum saati siluetinin simgesi haline gelen Dior, kuruluşundan 70 yıl sonra kadınlar için tasarım yapma işini ilk kez bir kadına bıraktı. Artık büyük bir moda efsanesi olan Maria Grazia Chiuri, dünyaya tam da Shklovsky’nin seveceği türde bir devrimin giriş, gelişme ve sonucunu izletti. 2016’da sergilenen bu ilk koleksiyonda Chiuri modayı elitist ve kısıtlı kitlelere hitap eden bir olgu olmaktan çıkarıp onun politik, felsefi, edebi her düşüncenin görsel manifestosu olabileceğini kanıtladı; feminen çizgiler feminizm ile buluştu. Genel olarak bulutsu, hafif ya da tersine vahşi hayallerin sahnesi olan podyum belki de ilk kez gerçeklikle yüzleşti, onu aldı ve moda dünyasının yüzüne çarptı. Dior ekibindeki terzilerden pazarlama asistanlarına kadar tüm kadınlar kampanyanın yüzü oldular. 2019 Sonbahar koleksiyonunda ise Chiuri, Amerikalı radikal feminist yazar Robin Morgan’ın 1984 tarihli Sisterhood is Global adındaki antoloji kitabının başlığını sloganlaştırdı. Markanın politik mesajları sürekli daha derinleşti, dünyayı feminizm hakkında sadece farkındalığa değil, kendini eğitmeye de teşvik etti.

Modanın kadınları güçlendirme ve bireyselliklerini ifade etmelerini kolaylaştırma konusunda her geçen gün daha büyük bir sorumluluk taşıdığına inanan Chiuri, 2024 İlkbahar-Yaz koleksiyonunda, feminenlik ve feminizm arasındaki bağı daha da derinlemesine araştırıyor. Tarihte ataerkil dünyanın kısıtlamalarına ve onun normlarına meydan okuyan ve cadıları da içine alan asi feministlere bir saygı duruşu niteliğindeki koleksiyon, Paris Moda Haftası’nda İtalyan sanatçı Elena Bellantoni’nin kadınları önceden tanımlanmış rollere hapseden stereotipleri reddeden “NOT HER” isimli anıtsal, sürükleyici enstalasyonunun önünde sergilendi. Fuşya ve sarı renklerin hakim olduğu video yerleştirmesi için Bellantoni 1940’lardan günümüze kadar yazılmış reklam sloganlarını incelemiş ve aynı tonda cinsiyetçiliği vurgulayan 24 yeni reklam hazırlamış. Birbiri ardına sıralanan görsel ve sloganlar, pop-art estetiğine sahip.


Yazı: Afife Selen Selçuk
Fotoğraflar: Launchmetriıcs Spotlight, Getty Images Türkiye
ELLE Türkiye Mart 2024 sayısından alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort